BAKARA 148 |
وَلِكُلٍّ
وِجْهَةٌ
هُوَ
مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُواْ
الْخَيْرَاتِ
أَيْنَ مَا
تَكُونُواْ
يَأْتِ
بِكُمُ
اللّهُ جَمِيعاً إِنَّ
اللّهَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
148. Herkesin bir yönü
vardır. O yüzünü ona doğru döndürür. Öyle ise siz de hayırda birbirinizle
yarışın. Nerede olursanız Allah tümünüzü biraraya getirir. Şüphesiz Allah
herşeye kadirdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Herkesin Bir Kıblesi Vardır:
2- Herkes Kendi Kıblesine Yönelir:
3- Hayırlarda Yarış ve Namazın ilk
Vaktinde Kılınması:
4- Kıyamet Günü Hepimizi Toplayacaktır:
1- Herkesin Bir
Kıblesi Vardır:
"Herkesin bir yönü
vardır." Viche: Yön (yüzyüze gelmek anlamına gelen) muvacehe'den
gelmektedir. Viche, cihet ve vech aynı anlama gelir. Burada maksat kıbledir.
Yani onlar senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uymazsın. Haklı
veya hevasına dayanarak, herkesin bir kıblesi vardır.
2- Herkes Kendi
Kıblesine Yönelir:
"O, yüzünü ona
doğru döndürür." Buradaki "o" zamiri "herkes" lafzına
aittir, onun anlamına değildir. Çünkü bu zamir anlama ait olsaydı şöyle demek
gerekirdi: "Onlar yüzlerini ona doğru döndürürler." Buradaki buyruğun
anlamı ise: O kendi yüzünü ve şahsını oraya döndürür. Yani her bir din
mensubunun bir kıblesi vardır. O kıbleye sahip olan kişi kendi kıblesine yüzünü
döndürür. Bu, er-Rabi', Ata ve İbn Abbas'ın görüşüdür.
Ali b. Süleyman ise
şöyle demektedir: "Yüzünü ona doğru döndürür." Yani ona doğru
yönelir. İbn Abbas ve İbn Amir meçhul olarak "o ona doğru döndürülür"
anlamında (...) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraate göre zamir tek kişiye ait
olur. Yani insanlardan her bir kimsenin bir kıblesi vardır. Ve her bir kişi o
kıblesine göre döndürülür Bu açıklamayı da ez-Zeccac yapmıştır
Çoğunluğun okuyuşuna
göre "o" zamirinin - daha önce zikredilmemiş olmakla birlikte - Yüce
Allah'a ait olması da muhtemeldir Çünkü bu işin failinin Allah olduğu bilinen
bir husustur. Anlamı şöyle olur: Her bir din sahibinin bir kıblesi vardır Allah
o din sahibi kimseyi o kıbleye döndürür (Dönmesini emreder).
Taberi'nin naklettiğine
göre bazıları: "Her cihete döndüren odur" şeklinde okumuşlardır.
İbn Atiyye der ki:
Taberi bu okuyuşu hatalı görmekle birlikte uygun ve açıklanabilir bir kıraattir
Yani sizler Allah'ın sizi döndürdüğü her yöne doğru (dönünüz) ve hayırlarda
yarışınız. Bununla öteki arasında fark gözeterek, size emrettiği şeylere itiraz
etmeyiniz.
Yani her hususta size
düşen, itaat etmekten ibarettir.
Burada "öyle ise
siz de hayırlarda birbirinizle yarışınız" emrinden önce "herkesin bir
yönü vardır" buyruğunun gelmesi dönülen yöne verilen önemden dolayıdır
Nitekim mef'ul de bu sebepten dolayı daha önce gelir.
Ebu Amr ed-Dani, bu
kıraatin İbn Abbas'dan nakledildiğini belirtmektedir. "Viche"
kelimesinde "vav" harfinin salim bir harfmiş gibi kalması,
"'ıdevaad" ile "zine: ağırlık, tartı" kelimelerinden farklı
olması ve "cihet" kelimesinin zarf, diğerlerinin mastar oluşundan
dolayıdır
Ebü Ali (el-Farisi) der
ki: Bazıları, bunun kıyasa aykırı olarak istisna kabilinden salim (harf-i
illetsiz) bir kelime imiş gibi kullanıldığı ve mastar olduğu kanaatindedir.
Bazılarının kanaatine
göre ise, bu kelime isimdir, mastar değildir.
Ebü Ali'den başkalarına
göre mastar kullanılmak istenirse "cihet" şekli kullanılır. Bazan
zarf olarak da bu şekil kullanılabilir.
3- Hayırlarda Yarış ve
Namazın ilk Vaktinde Kılınması:
"Öyle ise siz de
hayırlarda birbirinizle yarışın." Yani Yüce Allah'ın size emretmiş olduğu
Beytu'l-Haram'a doğru yönelmekte acele ediniz. Her ne kadar bu buyruk, genel
olarak bütün itaatleri yapmak için eli çabuk tutmayı teşvik anlamını ihtiva
etmekte ise de, ayet-i kerimelerin konu ile ilgili akışı dolayısıyla maksat,
sözü geçen kıbleye yönelmektir. Bunun anlamı ise -doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır ya- namazın, vaktinin başlarında kılınması hususunda eli çabuk
tutmaktır.
Nesai'nin Ebu
Hureyre'den rivayetine göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Namazı
vaktinin erken saatlerinde kılan kimsenin misali, bir deve kurban edene benzer.
Ondan sonra kılanın misali, bir inek kurban edene benzer. Ondan sonra namaz
kılanın misali bir koç kurban edene benzer. Ondan sonra kılanın misali ise bir
tavuk tasadduk edene benzer. Ondan sonra kılanın misali ise bir yumurta
tasadduk edene benzer."
Darakutni de Ebu Hureyre
(r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu;
"Sizden herhangi bir kimse namazı vakti içinde kılmakla birlikte, vaktin
ilk girdiği sıralarında (kılmadığından) kendisi için ailesinden ve malından
daha hayırlı olan şeyleri terketmiş olur.'' (Darakutni, I, 248)
Bunu Malik Yahya Said'in
sözü olarak nakletmiştir.
Yine Darakutni İbn
Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir; Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki;
"Amellerin en hayırlısı vaktinin başlarında kılınan namazdır."
(Darakutni, I, 247)
İbn Mes'ud'dan gelen
rivayette ise "ilk vakitte kılınan namazdır" anlamındadır.
(Darakutni, I, 247)
Yine Darakutni İbrahim
b. Abdülmelik'ten o Ebu Mahzure'den, o babasınelan o dedesinden şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki; "Vaktin başlangıcı
Allah'ın rızası, vaktin ortası Allah'ın rahmeti, vaktin sonu ise Allah'ın affıdır."
(Darakutni, I, 250)
İbnu'l Arabi de şunları
eklemektedir: Ebu Bekr dedi ki: Allah'ın razı olmasını biz Allah'ın affından
daha çok severiz. Çünkü Allah ihsan edicilerden razı olur. Affetmesi ise
kusurlular hakkındadır. Şafii'nin tercih ettiği görüş de budur. Ebu Hanife ise
şöyle demiştir; Vaktin sonu daha faziletlidir. Çünkü vücub zamanı odur. İmam
Malik ise konuyla ilgili etraflı açıklamalarda bulunmuştur: Sabah ve akşam
namazının vakitlerinin ilkinde kılınmaları daha faziletlidir. Sabahın ilk
vaktinde kılınışının daha faziletli oluşu Hz. Aişe (r. anha)'dan gelen şu
rivayet dolayısıyladır. "Rasülullah (s.a.v.) sabah namazını kılar, ondan
sonra da kadınlar örtülerine bürünmüş oldukları halde namazdan dönerlerdi de
alacakaranlıktan dolayı tanınmazlardı."
Akşam namazının ilk
vaktinde kılınışının sebebi ise Seleme b. el-Ekva 'dan gelen şu hadis-i
şeriftir: Resulullah (s.a.v.) güneş batıp da perdenin arkasına saklandığında
akşam namazını kılardı. Bu iki hadisi de Müslim rivayet etmiştir.
Yatsı namazına gelince
İmam Malik'e göre bunun sonraya bırakılması gücü yeten kimse için daha
faziletlidir. İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir. Bir seferinde
Resulullah (s.a.v.)'ı yatsı namazını kıldırmak üzere bekleyip durduk. Gecenin
üçte biri veya daha fazlası geçtikten sonra yanımıza çıkıp geldi. Aile
halkındaki bir durum ile mi uğraştı, yoksa başka bir durum mu vardı,
bilemiyoruz. Yanımıza çıktığında şöyle dedi: "Sizler öyle bir namazı
bekliyorsunuz ki sizin dışınızda herhangi bir din mensubu bu namazı beklemez.
Ve eğer ümmetime bu ağır gelmeyecek olsaydı (her zaman) bu saatte onlara namaz
kıldırırdım." Buhari'de de Enes
(r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.) yatsı namazını
gece yarısına kadar te'hir etti, sonra namaz kıldı .. dedi ve hadisin geri
kalan kısmını nakletti.
Ebu Berze der ki:
Peygamber (s.a.v.) yatsı namazını geciktirmeyi severdi. Öğle namazına gelince
bu namaz gaflet halinde iken gelir insanları bulur. O bakımdan gerekli
hazırlıklarını yapıp bir araya toplanabilecekleri bir zamana kadar
geciktirilmesi müstehaptır. Ebu'l Ferec der ki: Malik dedi ki:
Aşırı sıcak zamanlarında
öğle namazı dışında, bütün namazlarda vaktin ilki daha faziletlidir. İbn Ebi
Uveys de der ki: Malik zeval esnasında öğle namazının kılınmasını mekruh görürdü.
Fakat bundan sonra kılınmasını uygun görür ve şöyle derdi: İşte o vakit namaz
kılmak, Haricilerin namazıdır.
Buhari'nin Sahih'iyle
Tirmizi'nin Süneni'nde Ebu Zer el-Gıfari'den şöyle dediği nakledilmektedir:
Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir seferde bulunuyor idik. Müezzin öğle
namazına ezan okumak istedi. Peygamber (s.a.v.) ona:
Havanın serinlemesini
bekle, dedi. Daha sonra yine ezan okumak istedi yine Hz. Peygamber ona: Havanın
serinlemesini bekle dedi, Nihayet bizler tepelerin gölgelerini gördük. Bu sefer
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Aşırı sıcak cehennemin ateşinin
kızmasından dolayıdır. O bakımdan sıcak olduğu takdirde siz de namazı serin
vakitlere bırakınız."
Müslim'in Sahih'inde de
Enes'ten rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) öğlen namazını güneş zevale
erdi mi (batıya doğru kaydı mı) kılardı. Her iki hadisi bir arada şöylece telif
edebiliriz: Enes'in rivayeti, hava serin ise acele ettiğini ortaya koyarken;
sıcak olduğunda Hz. Peygamber namazı serin vakte bırakırdı şeklinde anlaşılır.
Ebu İsa et-Tirmizi der
ki: "İlim ehlinden kimisi fazla sıcak olduğu takdirde öğlen namazının
geciktirilmesini tercih etmiştir. Bu aynı zamanda İbn elMübarek, Ahmed ve
İshak'ın da görüşüdür.
İmam Şafii de der ki:
Eğer mescid halkı uzaktan geliyor ise öğlen namazının serin bir vakte
bırakılması uygundur. Tek başına namaz kılan ile kendi mahalle mescidinde namaz
kılan kimse için daha çok sevdiğim husus aşırı sıcakta namazı sonraya
bırakmamasıdır.
Ebü İsa der ki: İleri
derecede sıcak olduğu takdirde öğle namazının geciktirilmesi görüşünü kabul
edenlerin görüşüne uymak daha uygun ve daha yerindedir. Şafii (Allah'ın rahmeti
üzerine olsun)'ın kabul ettiği uzaktan gelen kimseler ile insanlara zorluk
dolayısıyla uygun gördüğü ruhsata gelince; Ebu Zer (r.a.)'ın rivayet ettiği
hadiste Şafii'nin dediğinin aksine delalet eden ifadeler vardır. Ebu Zer der
ki: Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir yolculukta bulunuyor idik. Bilal öğle
namazı için ezan okudu. Peygamber (s.a.v.) ona: "Ey Bilal serinleyinceye
kadar bırak sonra (yine) serinleyinceye kadar bırak" dedi. Eğer durum
Şafii'nin kabul ettiği gibi olsaydı böyle bir vakitte namazı serinleyinceye
kadar bırakmanın bir anlamı olmazdı. Çünkü yolculuk esnasında bir arada
bulunuyorlardı ve ayrıca uzaktan namaza gelmelerine ihtiyaçları yoktu."
İkindi namazına gelince
onun erken kılınması daha faziletlidir.
Bizim mezhebimize göre
cemaatin toplanması ümidiyle namazın geciktirilmesi erken kılınmasından daha
faziletli olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Çünkü cemaatin ne kadar
faziletli olduğu bilinen bir husustur. Vaktin başının fazileti ise pek
bilinmemektedir. Bilinen bir hususun elde edilmeye çalışılması ise daha
uygundur. Bunu İbnu'l-Arabi böyle demiştir.
4- Kıyamet Günü
Hepimizi Toplayacaktır:
"Nerede olursanız
Allah tümünüzü" kıyamet gününde "biraraya getirir." Bundan sonra
Yüce Allah kendi zatını herşeye kadir olmakla nitelendirmektedir. Çünkü böyle
bir niteleme, ölümden ve çürümekten sonra tekrar diriltmekten söz etmek için
tam bir münasebet (uygunluk) arzetmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN